6 Şubat 2015 Cuma

Bahadır Yenişehirlioğlu Röportajı







Bahadır Yenişehirlioğlu bir hukukçu. Onu ilkin Beyaz Usta Siyah Çırak kitabıyla tanıdık. Büyük ilgi toplayan kitabı Kerime, Son Hasat, Aşk Cephesi izledi. Şimdilerde ise Yemen cephesini 1911 Yemeni'nden 2014 İstanbul'una uzanan bir romanla, #AşkÇölü ile gündemde. 

Merhaba Bahadır Bey, öncelikle teşekkür ederiz. #AşkÇölü romanı sıradışı bir üslup ve olay örgüsüyle Yemen türküsünün izinden gidiyor. Sizi bu kitabı yazmaya yönlendiren saikler nelerdi? Ayrıca eserlerinizde farklı bir anlatım dili var, gerçekçi ve sıcak gelenek algısının çok ötesinde ama geleneksel.Siz kendinizi  bu farkı oluşturmak ve yazım diline aktarmak ve ifadelendirmek konusunda nerede görüyorsunuz.


Hiçbir şeyi yeniden keşfetmiyoruz aslın da. Yaptığım yeni bir bakış açısı getirmek, bu hem gerekli, hem de zor olanı. İnsanı ve insana dair ne varsa her şeyi her zaman yeniden söylemek gerekmektedir. Bu nokta da yazarın farkı ortaya çıkar benim yapmaya çalıştığım da tam bu.Hem kurgu,hem anlatım tekniği açısından "evet bu Bahadır Yenişehirlioğlu romanı" dedirtmek derdindeyim. Ben peşin kabulleri zorlamadan yanayım. Peşin kabulleri doğru bulmuyorum ve reddediyorum. Gerçek gücün buradan doğacağı kanısındayım ve işin garibi bunu içgüdüsel olarak yapıyor buluyorum kendimi. Eskiden/gelenekten güç ve ilham alarak inşa edilen yeni zaman zaman kesintiye uğrasa da yoluna devam etmiş bugüne kadar varlığını korumuştur. Gelenekle yeni arasındaki bu netameli süreç tam da yeni/modern olanın hâkimiyetiyle sonuçlanmak üzereyken, gelenek yeniden gündeme gelmiş bazılarına göre geleneğe iade-i itibar yapılmıştır. Aslın da bu doğal bir süreçtir ve asla kendiliğinden bir oluşum olarak algılanmamalıdır. Gelenekle olan ilişkide en önemli mesele ise geleneğin yeniden icat edilmesidir. Posrmodernizm; modernleşme sürecinin, insanlığı sürüklediği açmazlara karşı sağduyunun utangaç bir biçimde insanlığın vicdanında yaşamaya devam eden gerçek, sahici ve pür bir şahlanışı değil mi aslın da? Ben bunu çok önemli buluyorum.
Aşk Çölü nü yazmak istememdeki en önemli saik Yemene dair pek çok anı barındırmamız ,kültürel kayıtlarımızda ve duygusal hafızamızda pek çok anı  ve hatırat barındırmamız ve fakat buna dair  çok da konuşmamamız oldu .
Ben İnsan endeksli olarak Yemene düne ve bu güne bakmak istedim ve savaştan ziyade  insanın ruhuna temas etmek istedim .








Peki yazarlığa nasıl ve ne zaman başladınız?

CEVAP-
Bütün dünyayı dolaştım neredeyse, insanlar ve toplumlar üzerine çok fazla incelemelerde bulundum ve bunun beni inanılmaz biçimde zenginleştirdiğine inanıyorum. Dinler tarihiyle ilgili önemli ne kadar yer mekan varsa oralara da gittim ve yaşadım, içimi bunlarla doldurmaya hep gayret ettim. Dinler insanlığın tarihinin başladığı noktadır. Dinleri anlamak insanlığın da tabiatını anlamak demek bir bakıma bence.
Bütün bu gelişimim süresince daha fazla dayanamadım sanırım, içimdeki konuşmaları, gördüklerimi, okuduklarımı susturamadım ve kağıda aktarmam gerektiğini fark ettim. Zamanı geldi belki de, bilemiyorum... Ben hayatta hiçbir şeyin  ve olayın rastlantı ile tezahür ettiğine inanmıyorum. Tevafukla her şey bir plan dairesinde gelişiyor ve zamanı geldiğinde gerçekleşiyor. Zamanı gelmiş demek ki... Ama ilk yazmamın tarihi derseniz  12 Eylül döneminde ağabeyim cezaevinde iken babamı kaybetmiştim.Ağabeyime bunu söylemedim ve babamın ağzından ona sahte mektuplar gönderdim .Yani ölmüş babamı hayalimde yaşattım sanıyorum yazarlığım o zaman başladı.

Ülkemizde sevilen ve ilgiyle takip edilen yazarlardansınız. Son kitabınızda Osmanlı'nın son dönemi, 1.Dünya Savaşı yıllarını da işliyorsunuz. Son yıllarda Osmanlı tarihine karşı artan ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

CEVAP-
Bu tespitiniz doğru.Giderek yakın tarihimizi anlamak ve öğrenmek isteği artıyor. Sanıyorum giderek köklerimizi  ve bizi var eden kodları yeniden keşfetmek derdindeyiz .Koparılmış olan ne varsa onları tekrar bağlama derdindeyiz .Bunun pek çok sosyolojik ve psikolojik alt tahlilleri de var tabi ki. Ben Yakın tarihimizin bir dönemini romanlarımda kullanmayı önemsiyorum .Ama mutlaka bunu bu güne bağlıyorum .Zira tarih yaşanmış ve bitmiş bir zaman dilimi değildir etkileri sonsuza kadar sürer ve bu günün insanına nasıl bir iz taşıyor bunu görmek ,yaşamak,ve anlatmak istiyorum.  Benim roman kahramanlarım bir dönem içerisin de yaşıyormuş gibi görünebilirler, fakat onlarla birlikteliğinizi geliştirdiğiniz ve onların ruh dünyaları içerisinde yolculuğa başladığınız da zamansız olduklarını ve asla bir döneme ait olmadıklarını görürsünüz. Bu dış görünüm olarak zamanlı ama ruh dünyaları ve değer dünyaları açısından zamansızdırlar diye tarif edilebilir, her zaman dilimi açısından gerçektirler ve onları başka kostümler ile arzu ettiğiniz zaman da yaşatabilirsiniz. Söyleyecek sözleri vardır ve sahicidirler. Ben yaşayarak yazan biriyim. Yazdıklarımı yaşıyorum bunu hissediyorum ve yazıyorum. Bu kendimden yola çıkarak insanlığın keşfi gibi. Bu bir serüven benim için ben bu serüveni yazmayı bütün hücrelerim de hissediyorum. O yüzden etkileniyorum. Yazım sürecinde bambaşka bir ruh halinde oluyorum. Hissettiklerimin maddeleşmiş hali olarak karakterler şekilleniyor. Her üç romanıma baktığınız da hepsinde de ortak bir noktalar var. Ben insan denen varlığın labirentlerinde dolaşıyorum ve okuyucumu bu labirentlere çekiyorum. Gizemli dehlizlerde dolaşıyor okurlarım,insanı keşfediyorlar.Bilindik duyguları bambaşka kıvamlarda onlara sunuyorum ve oluşturduğum şaşkınlıklar da bambaşka dünyalar keşfediyorlar.İç sesleri açısından kahramanlarım çok gerçekler ve etkileyiciler.Okur çok rahat okuyor bu derinliği ve yoğunluğu.Şunu son derece önemsiyorum ve okurlarımdan aldığım tepkilerden de bunu gerçekleştirdiğimi görüyorum,o da şu benim kitaplarımı ellerine alanlar sonuna kadar gelmeden asla bırakmıyorlar.Zira yaşıyorlar.Bu macera aynı zamanda tarihsel bir yolculuğa da dönüşüyor ve pek çok yeniyi keşfediyor okurlar. Bunun için büyük çaba harcıyorum.





İlber Ortaylı tarihin öğrenilmesinde roman ve tiyatronun önemine sık vurgu yapıyor. Sizce tarihe son yıllarda artan ilgi edebiyat ve sanat üretiminde de gerçekleşti mi?

CEVAP-
Aynen öyle .Kültürel kodlarımızın ortaya çıkartılması ve bunun üzerinden bu günüde harmanlıyarak  bir medeniyet inşası ancak Roman ile mümkün olabilir. Edebiyatın en güçlü dalı Romancılıktır . Bu tam arzu ettiğimiz manada olmasa da giderek artan bir ivme ile yoluna devam ediyor .Ben bunda Romanların çok önemli olduğunu görüyorum. (BEYAZUSTA SİYAH ÇIRAK)   ta 12 Eylül, (KERİME) de Ezanın Türkçe okunduğu yıllar, (SON HASAT) ta Kubilay vakıası,(AŞK CEPHESİ) romanımda Çanakkale,(AŞK ÇÖLÜ) romanımda ise Yemen  konu edinilir bu da benim bu konuya ne denli duyarlı olduğumu gösterir. Şunuda eklemek isterim ben salt tarih değil tarih perspektifinde insan ruhuna derinlemesine  yolculuk yapan metinler yazıyorum .İnsanın keşfine dair  ciddi tahliller ve hikayeler konu ediniliyor .Önemsediğim tek şey İnsanın gizemi ve ruh dünyası .  Dikkate değer görülmeyen ama mercek tuttuğumuzda devleşen kadın kahramanlar bütün haşmeti ile romanlarımda kendini gösterir .Belki bu yüzden (Dünün ve bugünün kadınını en iyi konuşturan yazar )deniliyor benim için.



Tarihi dizilerden ya da romanlardan öğrenmek doğru mu? Romanlarınızda kurgunun payı nedir? 

CEVAP-
İlgi çekmek ve sonrasında bir serüven başlatmak için önemli olabilir ama asla yeterli değildir .Bunun için doğru okumalar yapmak gerekir. Ben tarihsel bilgiyi titizlikle ve  en doğru hali ile kullanmaya çalışıyorum ve bunun için uzun araştırmalar yapıyorum .Yer,zaman,iklim,değer yargıları,yemekler,mobilyalar,giysiler,konuşmalar,ve daha pek çok şeyi tam ve doğru olarak vermeye çalışıyorum. Burada yorum söz konusu olamaz.Kurgum sadece kahramanlarımın üzerinden gerçekleşir ki onlar  gerçek bir zeminin üzerinde  sahici karakterlere dönüşürler zira hissederek yazarım ve bu okuyucuya kesinlikle geçer.

Yazım safhasına geçmeden önceki araştırma yöntemlerinizi kısaca paylaşabilir misiniz? Ne kadar sürenizi alıyor?
CEVAP-
Bunun için çalışıyorum .Hatıratlar okuyorum,mektuplar okuyorum,kayıtlara ulaşmaya ve satır aralarında dolaşmaya çalışıyorum .Anıları taze olanlarla görüşüyor ve sohbetler ediyorum .Velhasıl ne varsa peşine düşüyorum .Bu her roman için farklı seyrediyor kimi zaman hızlı kimi zaman yavaş.

Geleceğin roman yazarlarına önerileriniz nelerdir?

Çok okumak ve çok yazmak . Yazacaksanız kendi konunuz ve renginiz olmalı yoksa gölge olun ne varsa .

İlberalizmi daha önceden duymuş muydunuz?  Bir gün sizin de böyle bir mizah akımınız oluşsa ne tepki verirsiniz?

CEVAP-
Tabiki biliyorum ve çok hoşuma gidiyor . Kıskanmıyor değilim .Sadece mutlu olurdum .

Son olarak, ilberalizm sayfasının takipçilerine mesajınız var mı?

CEVAP-
Okusunlar ,at gözlüğü takmasınlar,gani gönüllü olsunlar .Merhameti,muhabbeti ve şefkati düstur edinsinler.Asla tetikçi olmasınlar.





1 Şubat 2015 Pazar

Hafız Osman Efendi, Kaan Sağgelen

Osmanlı'nın bir çok sanat alanında iler ki devirlere sayısız eser ve isim bırakmıştır. Bunlardan bazıları Mimarıda Koca Sinan,Musiki'de Dede Efendi Edebiyatta Bakî,Fuzuli Resimde Şeker Ahmet ve Hat sanatında Hafız Osman Efendi şüphesiz en yetenekli olanlarındandır.
Fakat son günlerde dikkatimi çeken bir durum var ki oda Hafız Osman Efendi eskisi kadar tanınmamakta.Bu yüzden bizimde kitaplar dan büyüklerimiz de hocalarımızdan öğrendiğiniz bilgilerden aldığım notları  naçizane sizlere aktaracağım
İlk olarak bir çok kişinin
Meşhur, sandalcı hikayesi ile tanıdığı Osman Efendinin hikayesini gelin bir daha Yavuz Bahadıroğlunun Kanunî Sultan Süleyman Kitabı'n da anlattığı şekli ile hatırlayalım

Hafız Osman Efendi, bir gün Beşiktaş'tan Üsküdar'a dolmuş yapan bir kayığa binmişti...
Kayık,Üsküdar iskelesine yaklaşınca, müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başladılar.Fakat Hafız Osman Efendi'nin üstünde tek kuruş yoktu.Bir zaman ceplerini karıştırıp durdu.Sandalcı küçümseyerek onu izliyordu: "Paran yok mu?.. " diye sordu.Düştüğü bu durumdan kurtulmak isteyen hattatın aklına bir fikir geldi:
"Param yok" dedi, "Ama ben tanınmış bir hattatın.Sana bir 'vav' yazıversem, yol ücreti olarak kabul etsen olmaz mı?" 
Sandalcı kabul etti ve "Hadi yaz" deyiverdi.Hafız Osman Efendi özenle bir 'vav' çizdi sandalcıya "İstersen evinin duvarına asarsın, istersen gidip bedestende satarsın.Hadi bana eyvallah!"
Sandalcı bir zaman sonra döndü Kayıkçılar Kıraathanesi'ne. Başından geçenleri anlatırken anlattıklarına kulak misafiri olan iyi giyimli birinin, sandalcının elindeki 'vav'ı görmesiyle adeta sandalcının üstüne atıldı:
"Bana satar mısın?"
Sandalcı 'vav'ı neredeyse bir kayık fiyatına sattı.
Bir süre sonra yine Hafız Osman Efendi aynı sandalcı ya denk geldi.Hoca ineceği zaman parasını vereceği zaman Sandalcı: "Aman Hocam , para istemez.Bir vav yazıverin yeter
Hoca Efendi gülümsedi:" O vav her zaman yazılmaz evlât!" 
 
Peki iki dakikalık el haraketi ile neredeyse bir kayık alına bilen Hafız Osman Hoca kimdir?


Hattat Hafız Osman Efendi H.1052/1642 yılında İstanbul Haseki'de dünyaya gelmiştir. Babası, Haseki Sultan Camii müezzini Ali Efendi'dir. Küçük yaşta Kur'ân-ı Kerim'i ezberlediği için kendisine "hafız" lakabı verilmiştir. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa (1637-1691) himayesinde öğrenim görmüş ve bu esnada yazıya ilgi duymuştur. Yazıyı, önce I. Derviş Ali'den meşk etmiştir. Derviş Ali, o sıralar çok yaşlı olduğundan, bu kabiliyetli genci, önde gelen talebelerinden olan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbi Efendi'ye gönderdi. Hafız Osman, Suyolcuzâde'den H. 1070/1686 tarihinde, on sekiz yaşında icazet aldı.
Hafız Osman Efendi, Şeyh Hamdullah yazı ekolünün inceliklerini öğrenmek için Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi'den yeniden meşke başladı. Bu meşkle, Şeyh vadisinin bütün özelliklerini öğrendi ve h. 1090/1678'den sonra tamamen Şeyh Hamdullah üslûbunda yazmaya başladı. Şeyh Hamdullah üslûbunu elde etmek için, onun eserlerini tetkik ettiği gibi, Saray'da bulunan bir Şeyh mushafını da takliden yazmıştır. Sultan II. Mustafa, Hafız Osman Efendi'ye çok hürmet gösterir; yazı yazarken hokkasını tutardı. Bir ders esnasında Padişah "Artık Hafız Osman gibi bir hattat yetişmez" deyince, Hafız Osman Efendi'nin "Efendimiz gibi hocasına hokka tutan padişahlar geldikçe, daha çok Hafız Osman'lar yetişir hünkârım" cevabını verdiği çok meşhurdur.
Sünbüliye tarikatine intisaplı olan Hafız Osman, Sümbül Efendi Dergâhı şeyhi Seyyid Alaaddin Efendi'den mânevi eğitim almıştır. Ölümünden üç yıl kadar önce felç geçiren Hafız Osman, tedavi sonucu rahatsızlığı hafif geçirmiş, fakat bu durum yazılarına olumsuz tesirde bulunmuştur.Hastalığı esnasında, kalem açma hizmetini talebesi Çinicizâde Abdurrahman Efendi görmüştür. Ömrünün sonlarında Silahtar'da   oturmuştur.
Hafız Osman Efendi, genç denilebilecek bir yaşta, elli sekiz yaşında 29 Cemâziyelevvel 1110/3 Aralık 1698 tarihinde vefat etmiştir. Kabri, Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii haziresindedir.
İyi okumalar  Kaan Sağgelen
Kaynaklar
Kanuni Sultan Süleyman (Yavuz Bahadıroğlu 
 Hat Sanatı, Tarih Malzeme ve Örnekler, Dr. Süleyman Berk, İSMEK Yayını